Satranç Tarihimizden Sayfalar

 

TARİHTEN SAYFALAR
İSD’NİN 80’li YILLARINDAN BİR KESİT
TÜRKİYE GENÇLER ŞAMPİYONASI 1983
           
 
    Yıl 1983, yaz mevsiminin sıcak günleri. İstanbul Satranç Derneği Union Frances’ten sonra taşındığı, Meşrutiyet Caddesi’ndeki yerinde, iki-üç basamakla çıkılan bir giriş katında. İkiz kardeşim Selim Altınok’la birlikte Türkiye Gençler Şampiyonası’na katılmaya karar veriyoruz. İSD’ye gelerek kaydımızı yaptırıyoruz. 6 yıldır satrançla uğraşıyoruz ve bu gireceğimiz ilk ciddî turnuva olacak.
    O yıllarda Türkiye Gençler Birinciliği tek bir final turnuvası şeklinde İstanbul’da yapılıyor. İl seçmeleri filan henüz ortalıkta yok, çünkü o kadar çok satranç oynayan sporcu ve genç yok. Kendine güvenen İstanbul’a gelip şampiyonaya direkt olarak girebiliyor.
    Turnuvaya 45 kişi kayıt yaptırıyor. Suat Atalık da 20 yaşında ve son gençler birinciliğini oynuyor. Zaman kontrolü 40 hamle için 2 şer buçuk saat, ve sonrasında artık unuttuğumuz bir kavram; bitmeyen oyunlar ajurne edilip ertesi güne bırakılıyor. Yani hayat şimdiki kadar hızlı akmıyor, kimsenin acelesi yok, herkes rahat rahat düşünüyor, satranç oynuyor. Ajurnede ilk 16 hamle için taraflara birer saat veriliyor, parti yine bitmezse son bölüm giotin, zaman ekleme yok.    
    Turlar saat 14.00 ile 19.00 arasında oynanıyor. Yarım kalan partilerin ajurneleri ertesi sabah saat 10.00’da başlıyor. Öğleden sonraya kadar onlar da tamamlanıp yeni tura geçiliyor. Turnuvanın hakemi bugün satranç camiasında dostlarınca “Üstad” lâkabıyla anılan Serdar Çelik. Serdar Bey o zamanki FIDE kurallarına bakarak görme engelimiz dolayısıyla bizlere yarım saat de ek süre veriyor. Yani 40 hamle için 3 saat, otur doya doya düşün. Turnuvada o güne kadar Nevzat Süer’in satranç köşesinden adlarını duyduğumuz bir çok güçlü oyuncu var. Başta Suat Atalık, sonra İzak Romi, Hakan Han, Hakan Erdoğan, Reha Diril…
    Birinci turda Uygar isimli daha önce adını duymadığım bir arkadaşla eşleşiyoruz. Parti ajurneye kalıyor ve ertesi sabah gelip devam ediyoruz. Rakibim oldukça kuvvetli. O güne kadar lisede ve üniversitede oynadığımız bütün arkadaşlarımızı kolayca yeniyorduk. O zaman bir gerçeği anlıyorum; burası bizim okul değil satranç derneği, bu da resmî ve kuvvetli bir turnuva, burada öyle kolayca yenilecek zayıf oyuncu yok, herkes belli bir düzeyin üstünde oynuyor. Nitekim ilk maçımı kaybediyorum, ne yalan söyleyeyim biraz hayal kırıklığı yaşıyorum.
    Ajurnelere erken geldiğimizde derneğin kapısı kilitli olabiliyor. O zaman karşı kaldırıma geçip alçak duvarın üstüne oturarak bekleyen diğer satranççı arkadaşlarla sohbet ediyoruz, maçlarımızdan bahsediyoruz. Yazın sıcak sabah güneşi parıldıyor. Hakan Erdoğan’la tanışıyoruz. Hakan, yakın geçmişte İstanbul seçmelerini kazanmış, yeteneğini o yıllarda da ortaya koymuş bir oyuncu. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde okuduğunu, ancak satrancın okul hayatını güçleştirdiğini söylüyor. Ne ilginçtir bu turnuvadan sonra yıllarca İSD’ye gidemedim, aradan uzun bir zaman geçip İSD’ye tekrar geldiğimde Hakan’ın peşinde koştuğu büyülü satranç sevdası ile okulunu hâlâ bitirmemiş olduğunu öğrenecektim.
Ajurneyle turların başlangıç saatleri arasındaki boş zamanlarda turnuva hakemi Serdar Çelik’in içeride meraklılara eğitsel analizler verdiğini duyuyoruz. Paul Keres’in oyun sonu örneklerini anlatıyor.
   
    Derneğin girişinde sol tarafta küçük bir bölme var. Burada Türk Satrancının duayenlerinden biri oturuyor; Nevzat Süer! Biz 1978’den başlayarak o güne kadar 5 yıldır Nevzat Bey’in Cumhuriyet Gazetesi’ndeki satranç köşesini aralıksız izliyor ve gazeteden kestiğimiz kupürleri arşivliyoruz. Nevzat Bey’le mektuplaşıyoruz. Ama onunla tanışmamız ancak bu turnuva vesilesiyle İSTANBUL SATRANÇ DERNEĞİ’ nde gerçekleşiyor. Nevzat Hoca hep aynı yerde oturuyor, elinde sigarası, başında şapkası, hafif bir sesle konuşuyor, tam bir İstanbul Beyefendisi. Karşısında cezaevindeyken Cumhuriyet okuyan ve Nevzat Bey’e mektup yazarak onunla köşesi aracılığıyla haberleşen etüt yapımcısı Yunus Emre Özbey var. Nevzat Hoca onun hazırladığı etütleri gazetede yayınlamıştı.
   
    Bir tur çıkışında Taksim'e Ateş Ülker ve Cem Karadağ ile birlikte gidiyoruz, Adnan Şendur da var mıydı emin değilim. Çok iyi hatırlamıyorum ama arabayı ya Ateş Ağabey ya da Adnan Şendur kullanıyor. Yolda sohbetin konusu Ateş Ülker ile Adnan Şendur arasında yapılan körleme partiler.
   
    İzak Romi’yle eşleşiyorum. Açılışta İzak üstün bir konuma geçiyor. Ancak oyun ortasında bir karşı kombinezon buluyorum ve iki Kale'mi yedinci yataya yerleştirme fırsatı yakalıyorum. Üstelik aksi renkte fillere doğru gidiyoruz. Ancak 40’ıncı hamlede bir çift soru çekerek alet veriyorum ve partiyi kaybediyorum. Bu oyun uzun yıllar hafızamı meşgul etmiş ve çok keşkeler geçmiştir içimden.
  
     Bir başka turda ise Hakan Erdoğan’la eşleşiyorum. Hakan oyuna epeyce geç geliyor. Sonradan bunun Hakan’ın genel bir alışkanlığı olduğunu söylüyor bilenler. Hakan siyahlarla Sicilya Dragon oynuyor. İlk gün sonunda oyun ajurne edildiğinde bir fil gerideyim ama üç piyon fazlam var. Ertesi sabah ajurneye geliyoruz. Sanırım Hakan yine biraz gecikiyor. Ama her iki günde de zaman sıkışmasına girmesine rağmen hızlı ve doğru oynayabiliyor. Gece iyi bir analiz yapıyorum. Tabii o zaman bilgisayar desteği yok. Hakan’dan bir beraberlik almayı başarıyorum.
    O zamanlar 16 yaş grubunda şampiyon olan genç oyuncu Engin Bolcan da turnuvada. Ben de Selim de Engin ile güzel birer parti oynuyoruz.
 
    Çığ Süer adında Samsun’dan gelen 15 yaşında yetenekli bir gençle karşılaşıyorum. Nevzat Bey onu “Soyadaşım” diye sevecenlikle karşılıyor ve turnuvadan sonra bizlerle birlikte Cumhuriyet Gazetesine davet edip köşesinde haber yapıyor.
 
    Son turlardan birinde karşımda Ali Nihat Yazıcı oturuyor. Evet bu yazının kaleme alındığı şu günlerde Türkiye Satranç Federasyonu Başkanı olan Ali Nihat Yazıcı. Siyahla Sicilya oynuyorum. Kalite geri düşüyorum. Sonuçta partiyi kaybediyorum. Oyundan sonra çok ilginç bir şey oluyor. Derneğin bugün de olduğu gibi o zaman da bütün işlerine koşturan sevgili Vatan Hacıefendioğlu aramızdaki tabiriyle Vatan Ağabey yanımıza yaklaşıyor ve partinin sonunda Ali Nihat’ın vezir fedasıyla oyunu bitirebileceği başka bir kazanç yolunu gösteriyor. O zamanlar iyi tanımadığım için hayretten ağzım açık kalıyor ve “Yahu bu derneğin çayına çubuğuna bakan yardımcı emektârı dahi vezir fedası görecek kadar iyi satranç biliyor” diyorum. Sonradan Sevgili Vatan Ağabey’in iyi bir hızlı satranç oyuncusu olduğunu öğrenecek ve kendisiyle bir çok görme engelliler turnuvasında da hakemlik desteğiyle birlikte olacaktık.
 
    O zamanlar bilgisayar ve eşlendirme programları filan yok. Rakiplerimiz elle yapılan hesaplar sonucunda belli oluyor. Bugünkü genç arkadaşların çoğu bilmezler, ajurne edilen partilerde ilk gün son hamleyi yapan oyuncu hamlesini bir kağıda yazarak zarfa koyar ve hakeme verir. Ertesi gün hakem zarfı açarak hamleyi ilan eder ve oyun kaldığı yerden başlar. Kardeşim Selim, Koray adlı 15 -16 yaşlarında bir genç’le karşılaşıyor, parti ajurne oluyor. Hakem Serdar Çelik Koray’ı biraz telaşlı görüyor ve son hamle sırası onda olduğundan hata yapmaması için birkaç defa uyarıyor, “Hamleni dikkatli yaz, yanlış yazma” diyor. Buna rağmen ertesi gün gelindiğinde Zarf açılıyor ve içinden bir imkânsız hamle çıkıyor. Koray Pa6 yazacağına Ph6 yazmış. Serdar Bey dün akşam kendisini uyardığını hatırlatıyor. Bu durumda kural kesin, ajurnede zarfa imkânsız hamle koyan oyunu kaybediyor.
 
    Turnuvayı Selim de ben de 9’da 4 buçuk yaparak bitiriyoruz. İlk resmî turnuva için yüzde ellinin iyi bir derece olduğunu söylüyorlar. Turnuvayı Suat Atalık birincilikle bitiriyor.
 
    İSD’de o günlerde tanıştığımız başka isimler de var. Örneğin Cihat Türkoğlu, Cihat iletişimi kuvvetli, çok güler yüzlü bir arkadaştı, güçlü bir oyuncuydu, satrancı keyifle, eylenerek oynardı. Sonradan Van’a yerleştiğini ve orada diş hekimliği yaptığını duyduk. Fahri Nemlioğlu’yla tanışmıştık. Fahri Bey, "Bir iki piyon fazla fakat bir hafif taş eksik oyun sonlarında, zayıf tarafla oynayıp partiyi kaybetmeme" konusunda uzmandı. Ne yazık ki bir süre sonra genç sayılabilecek bir yaşta vefat ettiğini öğrendik, üzüldük.
 
    Bugünlerde Türk satranç Yahoo Mail Grubuna satranç tarihimizle ilgili dokümanlar gönderen Suat Boztepe de oradaydı. Kendisi Samsunluydu ve öğretmen olup İstanbul’dan Anadolu’ya gitmişti, sanırım gençler birinciliğinde de oynuyordu. Tur çıkışı otobüslerle birlikte evlerimize dağıldığımızı hatırlıyorum. Suat daha o zamandan arşivciliğe meraklıydı ve bizim topladığımız Süer Satranç Köşesi kupürlerine ilgi duymuştu.
 
    Mehmet Bayramiçli de  derneğe geliyordu. Hatta taş feda ederek kazandığım bir turnuva oyununu birlikte incelemiştik, güzel analiz yapıyordu. Çetin Sel de o günlerde Türkiye çapında ilk sıralarda yer alan bir oyuncuydu. Onunla Hukuk Fakültesinden de okul arkadaşıydık. Turnuvayı izlemek üzere İSD’ye geliyordu. Arada beraber Kasparov’un oyunlarına bakıyorduk. O zaman Kasparov Karpov’un karşısına henüz çıkmamıştı,ama hızlı bir yükseliş içindeydi. Dernekte Kaspi’ciler, Karpi’ciler diye iki oyuncuyu seven ayrı iki gruptan söz ediliyordu. Çetin sonra yurt dışına turizm işiyle uğraşmaya gitti. Turhan Yılmaz yakın geçmişin Türkiye şampiyonlarındandı. İki Can'lar vardı, Can Arduman ve Can Yurtseven. Can Yurtseven çok yetenekli bir oyuncuydu, sonradan turnuva hayatından çekildi.
 
    Üniversitedeki derslerimizin yoğunluğu, iş hayatına atılma gibi telaşlar yüzünden İSD’ye uzun yıllar bir daha gidemedik. Tekrar gittiğimizde de İSD artık Ağa Camii yakınında Sakızağacı Sokaktaki yerine taşınmıştı. 
 
10 Eylül 2009 Perşembe  Kerim Altınok,