TSF Mavi Kale Dergisi İçin Selim-Kerim Altınok İle Röportaj

 

Karanlığın Rengi Beyaz
F. Yılmaz: 
Onlarla Görme Engelliler Federasyonu’nun Satranç Teknik Kurul toplantısında tanıştım. Tanıdıkça anladım ki karşımda duran ve kendilerine “kör” denen kişiler  toplumumuzun çoğundan iyi görüyordu. Çünkü onlar okuyordu, üniversite mezunuydular hem de birçok gören gözün dört yılda bitiremediği İstanbul Hukuk Fakültesi’ni birincilik ve ikincilikle bitirmiş üzerine bir de doktora yapmışlardı, iyi derecede İngilizce biliyor, bilgisayar kullanıyorlardı, spor yapıyor, kayak yapmaktan çok hoşlanıyorlardı,  müzikle profesyonel düzeyde uğraştıkları için, Sezen Aksu’yla düet yapmanın keyfini yaşamışlardı. Satranç oynuyorlardı hem de şampiyonluk, milli sporculuk düzeyinde. Tüm bunları bilmekle, yapmakla kalmayıp kendi gibi kör olan diğer insanlara da bu konularda eğitim veriyorlardı. Üstelik kendi çevrelerindeki insanlara katkı sunmakla da yetinmeyip Türkiye’nin dört bir yanındaki insanlar da kendi çalışmalarından yararlansın diye kitaplar yazıyor, sesli kütüphane kurulmasına  öncülük ediyorlardı. 
Onlar okuyorlardı… Hatta tek başına okumak onlara yetmiyor onlar da  diğer körlerle bir araya gelip okuma saatleri düzenliyor, okuyup bitirdikleri kitaplar, haberler, dergiler üzerinde de tartışıyorlardı. 
Okumak, tartışmak düşünsel üretimi de beraberinde getiriyordu elbette. Mesela onlara kör mü denmeliydi, ama mı görme özürlü mü yoksa görme engelli mi? 
“Ama”yı çok eski buluyorlardı, özrün karşılığı, ayıplı ya da defoluydu, oysa onların ne utanılacak bir durumu ne de defosu vardı. Görme engelliye gelince lafı uzatmanın da pek bir anlamı yoktu, onlar en yalını tercih ediyorlardı, mademki görmüyorlardı kendilerine kör denebilirdi. Zaten körlükle ilgili dernekler de doğrudan Körler Derneği, Körler Rehabilitasyon Merkezi gibi isimleri kullanarak bir anlamda tercihlerini bildirmiyorlar mıydı…
 
Onlar yazıyorlardı… görenler için yaşam öykülerini yazıyorlardı, görmeyenler için satranç kitabı yazıyorlardı. Bunlar da yetmiyor mademki gören görmeyen bir arada yaşıyoruz ve birlikte yaşamanın nasıl ahlak kuralları varsa körlüğün de nezaket kuralları var, bunu biz yazmazsak görenler  nasıl bilecek bizim kurallarımızı  diyerek  kendi nezaket kurallarını da yazıyor, yazdıkları bu kuralları Kerim Altınok ve Selim Altınok web sitesinden gören görmeyen herkese duyuruyorlardı. 
 
Biliyorum, ne söylesem yine de eksik kalacak onları anlatmamın bir yanı. Onun için “Onları ve onlar gibi kör olanları tanımanın en etkili yolu onları dinlemektir.” düşüncesinden  hareketle Kerim-Selim Altınok kardeşlerle, kendileri, körlük, satranç ve yaşam üzerine söyleşip, kendilerini, birinci dilden, yaşam türkülerini onların gönlünden duyalım istedim ve sözü onlara bıraktım. 
 
Sizi, sizin sözlerinizle tanıyalım. Kimdir Selim- Kerim Altınok kardeşler? 
 
 
S-K Altınok:
          Kerim ve Selim Altınok, hayatı seven, yaşamayı yeme-içmenin ötesinde beyinsel ve kültürel gelişim olarak algılayan iki insandır. Hayat bize verilmiş bir zaman ve enerjidir. Önemli olan bu zamanı nasıl değerlendirdiğimizdir. Yaşamımızı anlamlandıran şeyler yapabildiğimiz oranda insanızdır demektir. 
Çocukluğumuzdan itibaren ailemizin de yönlendirmesiyle bir takım uğraşılar edindik. Müzik, kitap okuma zevki ve satranç. Değişik enstrumanları çalmayı öğrendik, çok kitap okuyoruz. Satrançta da belirli bir düzeye geldik. Görme Engelliler Milli Takımı oyuncularıyız, ülkemizi uluslar arası alanda temsil ediyoruz. 
Asıl mesleğimiz hukuk. Serbest avukatlık ve danışmanlık yaptık. Bir meslek ve çalışmak maddi ihtiyaçlarını karşılamak için önemli, ama hayat sadece maddi isteklerden oluşmuyor, karnınızı doyurmak yeterli değil. Kafayı ve beyni doyurmak daha önemli. İşte uğraşılarımız burada devreye giriyor, bizleri asıl besleyen onlar. Biz iş yaşantımız dışında hep bir şeylerle uğraşıyoruz. Müziksiz, satrançsız günümüz geçmiyor. İkimiz de göremiyoruz, körlüğün getirdiği zorluklar var, hele Türkiye gibi engellilerin bir çok alanda dikkate alınmadığı, hayatın onlara göre düzenlenmediği bir ülkede… zorlukları aşabiliyorsak bahsettiğimiz uğraşılarımız ve onların sağladığı sosyal hayatın sayesindedir.  
 
F. Yılmaz:
Körlük ne zaman başınıza geldi?
 
S-K Altınok:
     Göz sinirlerimiz zayıf doğmuşuz, ama durum hemen anlaşılamamış, biraz görebildiğimiz için.  Dört yaşındayken bir bayram günü aldığımız harçlığı yere düşürüp de bulmak için ellerimizle arayınca ailemiz durumdan şüphelenmiş, annemiz bizi doktora götürünce mesele ortaya çıkmış. 
 
F. Yılmaz: 
       Körlük altı noktayla özdeşleşmiştir adeta. Altı nokta ne demek? Körlerle altı nokta arasında nasıl bir bağlantı var?
 
S-K Altınok:
     Altı nokta, körlerin kullandığı kabartma yazıda bulunan nokta sayısı aslında. Kabartma harfler, görenlerin kullandıkları harflerden farklı, altı adet noktanın değişik konbinasyonlarından oluşuyor. Bu alfabeyi Loiz Braille adlı bir Fıransız 19. yüzyılın başlarında bulmuş. O nedenle tüm dünyada Braille alfabesi adıyla anılıyor. Türkiye’de ise genellikle altı nokta alfabesi şeklinde biliniyor. 
Bir de adını bu alfabeden alan (Altınokta Körler Derneği) var. Çoğu kimse belki de bu derneğin adı vesilesiyle bu kelimeyi duymuştur. Derneğin bu adı alması, körlerin eğitimine verdiği önem dolayısıyledir.
F. Yılmaz:
Nasıl bir eğitim aldınız? 
 
S-K Altınok:
Biz tüm eğitimimizi normal okullarda sürdürdük. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra, aybnı üniversitede master ve doktora yaptık. Ayrıca konservatuvar eğitimi de aldık. 
Körlerin kullandığı (altınokta) alfabesini ise liseden sonra gittiğimiz rehabilitasyon merkezinde öğrendik. Orta okulu bitirinceye kadar kısmen de olsa görebildiğimiz için görenlerin kullandığı yazıyı yazıp okuyabiliyorduk, ama zorlanarak.
 
F. Yılmaz:
Satrançla tanışmanız ne zaman oldu?
 
S-K Altınok:
Satrançla ondört yaşında tanıştık. Askeri öğretmen olan yakınımız Albay Hilmi Bey bize satrancı öğretti. Biz ona dede derdik. Oynadığımızda hep o kazanırdı. Bize Capablanca’nın (Satrancın Esasları) adlı kitabını hediye etti. Bahsettiğim zamanlar 1970’lerin sonları, o tarihlerde başka bir kitap da yoktu zaten. Biz bu kitaptan çalışıp Hilmi Dede’mizi yendik. O maçı hala hatırlarız.
İlk yıllarda Cumhuriyet Gazetesi’nde Nevzat Süer’in haftalık köşesini takip ederdik. Bize annemiz hem haberleri hem maçların notasyonunu okurdu. 
Daha sonraları kabartma yazıyı öğrenince, İngiltere’den kitaplar getirttik. Braille Chess Magazine adlı dergiye abone olduk. Bunlardan çalışırken hem satrancımız gelişti, hem İngilizcemiz. En son internet çıktı, Hiarcs Fritz gibi satranç programlarını kullanarak da çok analizli maç inceledik.
İlk katıldığımız turnuva 1983 yılındaki Türkiye Gençler Şampiyonasıdır. Biz yirmi yaşındaydık. Suat Atalık da aynı yaştaydı ve o yıl son gençler şampiyonasını oynuyordu birinci oldu. Kerim ve ben bu ilk turnuvada dokuz oyunda 4.5 puan elde ettik. 
Şimdi TSF başkanı olan Ali Nihat Yazıcı da o turnuvadaydı, istekli ve oldukça güçlü bir satranççıydı. Atak oynuyordu, partileri 1. e4 ile açardı. Hatta kendisiyle Kerim’in bir oyunu da var o turnuvada, ama notasyonunu bulamıyoruz bir türlü.
Bu maç nedeniyle kurulan dostluğumuz yıllar sonra başkan olduğu zaman devam etti. Bizi arayıp, görme engelli satranççılar için bir şey yapmak istediğini söyledi. 
İvanchuk türkiye’ye geldiği zaman, onunla görme engelli milli takım oyuncularımız arasında bir simultane organize etti. İlginç bir deneyimdi, İvanchuk dört partiyi de körleme oynadı ve tabi hepsini kazandı. 
 
F. Yılmaz: 
Diğer ilgi alanlarınız nelerdir?
 
S-K altınok:
     En başta müzik. Kerim gitar ve akordion çalıyor, bir de klavye. Ben ise mandolin ve keman çalıyorum. Ayrıca ikimiz de blok fülütte usta sayılırız. Kendi bestelerimiz var, şarkı söylüyoruz. Türkiye’de körlerden oluşan ilk ve tek çok sesli koroyu kurup sekiz yıl şefliğini yaptık. İki kardeş uzun yıllar sahne alıp profesyonel olarak müzikle uğraştık, konserler verdik.
Klasik müzik dinlemeyi çok seviyoruz. Önceleri Barok müzik dinlerdik, şimdilerde çağdaş bestecileri de seviyoruz. 
     Kitap okumak da başta gelen zevklerimizden. Seslendirilip CD’lere çekilmiş kitapları dinleyerek okuyoruz. Kitap, dergi ya da internetten bir yazı okumadan geçen bir günümüz yoktur. 
İnternetten uzay, okyanuslar ve hayvanlar alemiyle ilgili yazıları bulup okuyoruz.
Bilgisayarı ekranı okuyan bir sesli program aracılığıyla kullanıyoruz.
 
F. Yılmaz:  
Türkiye’de ne kadar kör var biliyor musunuz?
 
S-K Altınok:
      Resmi rakamlar net değil, nufus sayımlarında bazen aileler engelli çocuklarını saklıyorlar, o sebeple sağlıklı sonuçlar çıkmıyor bir türlü. Ancak yüzde onikilik toplam engelli nufus var, bu Birleşmiş Milletler’in gelişmekte olan ülkeler için öngördüğü ortalama. 
Bu oranın yaklaşık beşte birini görmeyenler oluşturuyor. Bu durumda ülke nufusumuzun bir milyondan fazlasının görme engelli olduğunu söyleyebiliriz.
 
F. Yılmaz:
Körlerle görenler arasında yaşamı algılamada farklılıklar var mı?
 
S-K Altınok:
Arada bir renk ve ışık farkı var. Mutlu olma yönünden kriterleri pek farklı değil. kör bir insan da seviniyor, üzülüyor, aşık oluyor elbette, bunu ve başka konuları kitabımız (Karanlığın Rengi Beyaz)’da anlattık. Görmeyen bir insan da sinema ya da televizyon izliyor. Ancak görmediği için sesle algıladığı şeylerle takip ediyor. 
Görsel zevklerin yerini diğer duyularla algılanan zevkler alıyor. Mesela satranç beyin ve muhakeme gücüyle oynanan bir oyun. Bir kör bu sporu yaparken aynı zevki alıyor. 
Önemli olan bir şey de kültürel gelişim, kendini geliştiren, okuyan, sosyal olayları takip eden bir görmezin algıları gören ama kültürlü olmayan bir kimseden daha açık oluyor elbette.   
 
F. Yılmaz:
Tahminen körlerin yüzde kaçı satranç oynuyor?
 
S-K Altınok
Bir yüzde vermek zor ama şimdilik oran düşüktür. Türkiye Körler Spor Federasyonu henüz on yaşında. Türkiye’de körler arası bireysel ve kulüp şampiyonalarının geçmişi on yıl. Bu süre Almanyada elli sene, Rusya’da ise daha fazla.  
Satranç körlere çok uygun bir spor, her şeyden önce görenlerle birlikte yapabilecekleri bir spor dalı. Biz ve birçok arkadaşımız il seçmelerine, birinciliklerine katılıyoruz, liklerde oynuyoruz. Gören görmeyen bir arada, sosyal ortamı paylaşmak ne güzel.
Son yıllarda görme engelliler satrancında Uğur yetişti. Altı yıl kadar önceydi, Selim Gürcan’ın Satrancokulu sitesinden bize ulaşan bir gençten elektronik posta geldi. Çok zekîce yazılmıştı. Uğur Yuvarlak imzalıydı, henüz ondört yaşındaydı. Hemen görüşmek istedik, babasıyla bize geldiler. Ona arşivimizden kabartma satranç dergileri verdik. Birkaç ay sonra bitirir belki diye umarken, bir hafta sonra telefon edip “dergi bitti, Selim Ağabey, yenisini istiyorum” dedi. 
Sürekli çalıştı, kendini geliştirdi, şimdi görme engellilerde Türkiye'de ilk üçte. Satrancı ve satranç kültürünü çok seviyor. Görme engellilerin internette online satranç oynayabilecekleri nadir bir iki site var. Onları da Uğur keşvetti, şimdi hepimiz bu sitelerde oynuyoruz. Yurt dışındaki görme engelli yabancı satranççıların bile bu gelişmelerden haberi yok. Uğur bu yıl gençler körler dünya şampiyonasında beşinci oldu, hem de dünya şampiyonunu yenerek. 
Ne güzel değil mi? Darısı diğer gençlerin başına, çalışınca oluyor.
Satranç sanattır, Alekhine’nin bir oyununda oluşan kombinezonu incelemek ne büyük bir zevktir, Capablanca’nın sakin oyununu izlemek de öyle.
Biz satrançla gerçekten mutlu oluyoruz. Bu camianın içinde olmak da güzel. 
Şu anda İzmir’de Enis Bilyap ve arkadaşlarınca yayınlanan İsem Satranç Dergisi’nde bir köşemiz var. Orası için analizli maçlar hazırlamak çok keyifli.
Üyesi olduğumuz İstanbul Görme Engelliler Spor Kulübü'nün Satranç takımını Tarık Kumlalı çalıştırıyor. Turnuvalara hazırlanırken interneti kullanıyoruz, hocamızla tüm oyuncular Skype üzerinden internette sesli bağlantı kurup analiz yapıyoruz. 
    Satrançta teorik çalışma, ev hazırlığı çok önemli, ama turnuva deneyimi yaşamadan olmuyor. Daha çok turnuvaya katılmamız gerekiyor. Türk sporcuları olarak yılda birkaç turnuva ile yetinmek zorunda kalıyoruz genellikle.
Bu arada son zamanlarda girdiğimiz turnuvalarda gördüğümüz bir soruna değinmeden geçemeyeceğiz....
Özellikle küçük satranççılar maçlara aileleriyle birlikte geliyorlar, anne babalar çocuklardan fazla hırs yapıyor genellikle. Çocuklarını başarılı olma konusunda zorluyorlar, oyunculardan çok velilerin mücadelesine tanık oluyoruz bazen. Bu yanlış, evet satranç bir spor ve kazanmak önemli ama çocukları
bu kadar zorlamak doğru değil. Sonuçta bir oyun, iyi maç çıkarmak önemli, kaybetseniz bile iyi oynadıysanız bir dahaki sefere kazanacaksınız demektir.
Aileler meseleyi abartmamalılar, bu küçükler için kötü, üzerlerinde sitres yaratıyor.
 
F. Yılmaz:
Körlere yönelik çalışmalarınız var mı?
 
S-K Altınok
     Evet var….  Biz Kerim’le görme engellilere dersler veriyoruz, bildiğimiz her şeyi onlara öğretiyoruz. Müzik, İngilizce, bilgisayar kursları düzenliyoruz. 
Bir ara satranç semineri yaptık. Ancak bu işi tek tek öğretmenin çok zaman aldığını gördük. Bir gün ankara’da körler okulunu ziyarete gitmiştik, oradaki çocuklar, şampiyonlar gelmiş diye bizimle satranç oynamak istediler. Karşımıza geçtiler. Hamle yaptıklarında bunu notasyonla ifade edemiyorlardı, bizim elimizi alıp, oynadıkları taşı nereye götürdüklerini göstermeye çalışıyorlardı. Bu işin böyle olmayacağına karar verdik o gün.
İstanbul’a eve dönünce hemen kolları sıvadık.
 (altınokta) alfabesiyle kabartma bir satranç kitabı yazdık. Satrancın nasıl oynandığını, notasyon tutmanın kurallarını ve örnek oyunları koyduk kitaba.
Bu kitabı bastırıp tüm körler okullarına hediye ettik. Telif hakkını da ankara’daki Körler madbasına bıraktık. Okullarda ya da nerede ihtiyaç olursa istendiği kadar basıp yolluyorlar.
Ayrıca her kesin kabartma yazı bilmediğini düşünerek, satrancı anlatan sesli bir kaynak hazırladık. CD ortamına satrancın kurallarını, açılışları anlattık. Çok sayıda kombinezonu, analizli maçı sesli olarak kaydettik. Onbeş yıl boyunca yakınlarımıza ve satranççı arkadaşlarımıza kasetlere sesli olarak okuttuğumuz maçları, analizleri bilgisayar ortamına aktardık. Bu özel arşivimiz de dahil olmak üzere tüm sesli eğitim materyalimizi internete koyduk, isteyen arkadaşlarımız indirip çalışsınlar diye.
 
F. Yılmaz:
Görenlerden beklentileriniz nelerdir?
 
S-K Altınok:
       Körleri ya da genelde tüm engellileri toplumun dışında farklı kimseler gibi algılama yanlışından vaz geçsinler. Engelliler de toplumun bir parçası. Ne yazık ki daha aileden başlıyor sorun, engelli çocuğu olan aileler nasıl davranacaklarını bilemiyorlar. Çocuklarını saklamaya ya da aşırı korumacı tutumlarla evden çıkarmamaya çalışıyorlar. 
Eğitim çok önemli, hem engellinin eğitimi, hem toplumun bilinçlendirilmesi. 
 
F. Yılmaz: 
        Bütün bu konuşmalardan sonra “Herkesin yapabileceği bir iş mutlaka var. Yeter ki uygun işle uygun insanı bir araya getirmeyi başaralım. İnsanların başarılı olması için onlara gerekli eğitimi verelim ve onlara başaracakları ortamları sağlayalım.” diye düşünüyorum.