Görmeyenlerde Rehabilitasyon

 

REHABİLİTASYON VE BİZ

Ben ve kardeşim Kerim çok küçük yaşlardan beri görme engelliyiz. Orta okul sıralarında iyice ilerleyen göz bozukluğumuz, lise bittiğinde artık eğitimimizi sürdürmeyi engelleyecek bir duruma gelmişti. Sınavı kazanıp üniversiteye girsek bile yalnız başımıza dışarı çıkamadığımız için fakülteye nasıl gidecektik. Her gün babamızın bizi evden otobüslerle en az bir saat mesafedeki üniversite mekânına götürüp geriye dönmesi, akşam yeniden gelip alması gerekecekti. Olacak iş gibi görünmüyordu.

    Eğitim hayatı bir yana, genel olarak geleceğimize pek umutla bakamıyorduk.Hep birilerinin desteğine muhtaç olarak nasıl yaşayacaktık? Bu haldeyken bir işe girebilecek miydik? Ev dışında ve içindeki bir çok ihtiyacımızı nasıl karşılayacaktık? Bütün bu sorular sürekli olarak kafamızı kurcalıyordu. Özellikle gece olup yataklarımıza çekildiğimizde iki kardeş bazan saatlerce dertleşirdik. Biz ne yapacağız, ne olacağız diye düşünür, işin içinden bir türlü çıkamazdık. Mutlaka birşeyler yapmalıydık, ama ne?

    Liseyi henüz bitirdiğimiz günlerdi sanırım. Bir sabah babamız kahvaltıdan sonra bizleri yanına çağırdı ve gazetede gördüğü bir haberi okumaya başladı. Haberde, İstanbul Reşitpaşa'da bir rehabilitasyon merkezi bulunduğu ve görme engellilerin orada eğitim alarak hayata hazırlandıkları anlatılıyordu. Babamız bize döndü ve "Tam size lâzım olan yer" dedi. O anda bir sessizlik oldu. Annemiz çoğu zaman olduğu gibi duygusal tavrı ile biraz hüzünlendi. Hele oranın yatılı olduğunu duyunca bu hüznü endişeye dönüştü. Yıllardır ayrılmadığı çocukları,beş buçuk ay süre ile nasıl olurdu da kendisinden uzakta yalnız başlarına yaşayabilirdi? Onlar görmüyorlardı, her zaman yanlarında biri olmalıydı. Ne yer ne içerlerdi?

    Oysa insan hayatı ile ilgili ciddî kararlar söz konusu olduğunda asla duygusallığa yer yoktur, olmamalıdır da. Mantık daima ön planda tutulmalıdır.Biz de öyle yaptık. Babamızla birlikte hemen kararımızı verdik.Sevgili annemizin sızlanmalarına rağmen kısa bir süre sonra bu merkeze kayıt yaptırdık. Sonra sıramız geldi ve 1981 yılının güzel bir yaz günü 28 Ağustos'ta kursiyer olarak kalmak ve eğitim görmek üzere Emirgân-Reşitpaşa'daki Altı Nokta Körler Rehabilitasyon Merkezi'ne gittik.

    Hiç unutmuyorum. Bizi orada görmeyen arkadaşlar ve bir görevli karşıladı. Babamız bizi bıraktı ve görevlinin "Amcacığım siz gerisini merak etmeyin" sözünü takiben gitti. Bir anda hayatımızda ilk defa ailemizin ortamı dışında yabancı bir mekânda yalnız kalmıştık. Şimdi neler olacaktı acaba? Aslında o anda eğitim başlamıştı bile! İlk öğrendiğimiz körlüğün yalnız bize ait değil,başkalarında da olan bir âraz ya da engel olduğuydu. Görmemek orada gayet doğal karşılanıyordu. Hatta körlükle ilgili espriler yapılıyor, fıkralar anlatılıyordu. Göz engeli öyle korkulacak saklanılacak bir şey değildi. Günler geçtikçe öğretmenlere ve arkadaşlara öyle alıştık ki, askerlikte kurulan sağlam dostluklar ve yaşanan anılar benzeri güzellikleri biz orada tattık diyebilirim.

    Öğrendiklerimize gelince; Merkezde öncelikle görme engelimizi kabullendik. Bu kabullenme işin belki de en önemli noktası ve başlangıç aşamasıdır. Bu iş öyle sözle filan olmuyor elbette! Yaşayarak, arkadaşlarınızı izleyerek ve eğitimle gerçekleşiyor. Bu bir süreç, merkezdeki görmeyen bir psikolog ta her zaman bizlerle konuşmaya ve destek olmağa hazır.

     Merkezde öğrendiğimiz şeylerin başında Kabartma yazı gelmekte.Hocamız Ahmet Kiraz çok tatlı bir insandı. Dersi esprilerle yürütürdü. Kabartma yazı sayesinde üniversitede not tutma ve İngiltere'den getirttiğimiz kitaplardan yabancı dilimizi geliştirme imkânını bulduk.

    İngilizce bize bu ülkenin yanı sıra Amerika'da ki bir çok kabartma kütüphanenin de kapısını açtı. On parmak daktilo yazmayı bize öğreten Münevver Hocayı anımsıyorum. Sevecen bir insandı. Daktiloyu öğrenmekle, üniversitedeki sınavlarımızı kendimiz yazarak cevaplama imkânını kazandık. Oradaki yazıcı memurun kötü gününe denk gelip, söylediklerimizi sınav kağıdına nasıl yazdığını merak etme derdinden kurtulduk. Gören arkadaşlarımıza mektup yazma ve sonradan mesleğimiz olan avukatlıkta dilekçelerimizi kendi başımıza hazırlamamız da daktilo sayesindedir. Bu arada master ve doktora tezlerimizi de on parmak daktilomuz sayesinde yazıp teslim ettiğimizi ilave edeyim.

    Yaşam öykümüzü konu alan "Karanlığın Rengi Beyaz" adlı kitabımızı da daktilo değil ama bilgisayar ile yazdık. Sonradan daktilonun yerini bilgisayar aldı. Şu anda merkezde görmeyen bir hoca öğrencilere sesli olarak bilgisayar kullanımını öğretiyor. Rehabilitasyonun bize kazandırdığı vazgeçilmez bir şey de bağımsız harekettir. Oraya gitmeden önce sokağa yalnız başına çıkamayan, mutlaka gören bir arkadaşın ya da yakınının kolunda hareket edebilen kimselerdik. Oysa Hamdi Kocaman Hocamız önce bina içinde sonra dışarda elimize beyaz bastonu verip hadi bakalım derse diyordu. Baston kullanma tekniklerini iyice öğrendikten sonra yalnız başımıza merkez yakınlarındaki çay bahçelerine gitmeye başladık. Biz yürürken meğer Hamdi Hoca arkamızdan takip edermiş. Sonradan merkeze dönünce yanlışlarımızı, doğrularımızı anlatıp uyarılarını yapardı.

    İki üç ay sonunda kardeşimle birlikte ilk defa Emirgân'dan otobüse binip Eminönü üzerinden Bakırköy'deki evimize yalnız başımıza gelişimizi hâlâ hatırlarız. Bir zafer kazanmış gibi hissetmiştik kendimizi. Ailemiz de çok sevinmiş ve şaşırmışlardı bizi karşılarında görünce!

    Bu gerçekten de bir zaferdi bizim için. Ondan sonra da bir yere gitmek için bir daha kimsenin desteğine ihtiyaç duymadık. Meğer ne güzel şeymiş kendi başına bastonunu alıp istediğin yere gitmek. Meğer ne mutlu bir şeymiş kabartma bir kitaptan ingilizce ya da Türkçe olarak bir makale okumak!        

    Atölyede makrome örmesini, çeşitli montaj işleri yaparak el alışkanlığı kazanmayı ise Perihan Hoca'ya borçluyuz. Kişisel idare adı verilen derste, Muhterem Hoca bize çay demlemekten gömlek ütülemeye hatta çamaşır yıkamaya kadar bir çok ev işini öğretti. Ramazan Ekinci ise hem müdürümüz hem abaküs hocamızdı. Dersler sırasında bizlere hayata dair öğütler vermeyi de hiç ihmal etmezdi. Sonradan Hasan Keskin müdür oldu.

    Yemekhanede özellikle güzel pilavları ile meşhur güler yüzlü aşçıbaşımız Necip Usta'yı da unutmadık. Akşam saatlerinde etüt odasında Ayfer Hemşire'nin okuduğu kitapları, dinlediğimiz müzik kasetlerini ve sohbetleri unutmak mümkün mü?

    Merkezin dost ortamında düzenlediğimiz küçük eğlencelerde derslerin yorgunluğunu atarken çoğumuz toplum içinde konuşma, şarkı ya da şiir okuma gibi deneyimleri ilk defa yaşadık. Hatta belki ilk danslarımızı bile bu toplantılarda yaptık.

    Biz yirminci dönem kursiyerleriydik. Aradan 30 yıla yakın süre geçmesine karşın dönem arkadaşlarımızın isimlerini tek tek sayabilirim. Halen görüştüklerimiz de var elbette. Şimdi merkezde, herhalde yetmişinci dönem çoktan gerilerde kalmıştır.Yönetici ve Hocaların bir bölümü de emekli olmuş ya da başka yerlere tayinleri çıkmıştır... Ama biz onları hiç unutmadık. Her zaman da sevgiyle anacağız. Şu sıralarda merkezde İbrahim Çifçi Bey müdür sanırım. Onunla da tanıştık. Taner Tula kabartma yazı, Saadet Tetik bilgisayar, Ahmet Ağı bağımsız hareket dersleri veriyorlar. Başka değerli hocalar da var elbette.

    O günden bu güne birçok değişiklik oldu. Ama değişmediğine inandığım bir şey var ki, merkezin sıcak ortamı ve görmeyen kursiyerler için açtığı yeni bir dünya. Gerçekten de biz bu gün birer avukat ve engelliler alanında çalışmalar yürüten insanlar olarak bize göre anlamlı ve mutlu bir yaşam kurabildiysek bunda aldığımız rehabilitasyon eğitiminin katkısı çok büyüktür. Geleceğe korkmadan bakabiliyor ve yalnız da kalsak yaşantımızı rahatlıkla yürütebileceğimize inanıyorsak bunda da merkezde aldığımız eğitimin ve kazandığımız özgüvenin yüzde yüz payı var diye düşünüyorum.

    İhtiyacı olan görmeyenlerin mutlaka bu eğitimi almaları gereklidir. Rehabilitasyon eğitimi bizim için hayatımızı değiştiren bir dönüm noktası olmuştur.

Görmeyen arkadaşlarımıza sesleniyorum; Gelin siz de kendiniz için gerçek bir devrim yapın! Rehabilitasyon Eğitimi alın. Hayatınız değişsin! Kendi ayakları üzerinde yaşamanın tadına varın! Benden söylemesi.

   Dr. Selim Altınok